Sadece sporcuları veya bir spor takımını sahalara sürmek hatta şampiyon yapmak yöneticilik değildir.
Sporcularla iyi ilişkisi olan, çevrenin katkısı için çırpınan, tribünlerdeki çirkin sözlere engel olmaya çalışan yönetici bizce daha başarılıdır. Hakemlere saldırmak, başarısızlığın nedenlerini hakem kararlarında aramak da yöneticilik değildir. Bir yönetici dernekler yasasını iyi bilmelidir. Yasanın ön gördüğü belgeleri tutmak zorundadır. Çünkü 85.maddesi ağır hükümleri getirmektedir.
Futbolcu olmak kolay ama sporcu olabilmek zor.. Yöneticiler eğitici olmalıdır. O nedenle önce kendini eğitmelidir. Çünkü, yıllarca şunu gördüm ki; bilhassa profesyonel futbol şubesi bulunan spor kulüpleri, o kulübü sahiplenen bir nevi patron iddiası ile ortaya atılan bir başkanın ve çoğu zaman bu başkanın her tavrına, her tutumuna ve hatta her kararına körü körüne uyan bir yönetim kurulu ile yönetildiler. Ortaya konulan maddi ağırlık, çevre oluşturma, politik yakınlıklar gibi faktörler kulüplerimizi ister istemez bu tip yöneticilerin arkasında bir akışa sürüklemektedir. Bu noktalar, taraftar ve üyeleri kendi kısıtlı imkanlarının bilinci içinde maalesef yöneticilerdeki bu üstünlüklerinin kabullenmesi ve hatta şartlanması ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Hele hele bir talih terse düşsün, başarısızlıklar peşi sıra gelmeye başlamasın, hemen akla gelebilecek her türlü zeka oyunları ile açık gözlülükle bütün neticeler kamufle edilip bedelleri “ enkaz devredenlere “, “ futbolcuların yeteneksizliğine, ruhsuzluğuna” , ” eski yöneticilerin aczine ,teknik adamlardan, hakemlerden, taraftardan, sıcaktan, soğuktan, rüzgardan, çamur sahalardan “ bahaneler yaratılarak bir müddet daha geçirilmeye çalışılır. Fakat bütün bu temelsiz bahaneler, çoğu zaman acı sonu değiştirmez.
Eğer ders alına bilinir ise bu buruk gerçek nihayet tüm kitleyi kendine dönüştürür. Bir ismin, bir maddi gücün tek başına her şey olmadığı gerçeğine vardırır. Fakat bizde daha çok ne olur? Ne olacak ? diye beyinde durgunluk olmakta ve bu da kulüplerimizin acı gerçeği ve bugün bulunduğumuz noktanın ibret dolu tablosudur.
Bu neden böyledir? Madem tüm bu gerçekleri biliyoruz da neden buna çare üretmiyoruz? Çünkü bugün kulüpçülük anlayışımızda yatan en büyük gerçek maddi yetersizlik ve etkinliktir. Kulüplerimizin hep bunu arama durumunda kalmaları, neticede bulduklarının hep kendi yaratıkları ve bir müddet sonra kendi elleriyle yaptıkları hatalarla karşı karşıya
kalmalarıdır.
Bir camia kendi kendine yeterli hale gelmezse kendi kendinin de sahibi olamaz.
Ancak bu nasıl gerçekleşecektir? Tabi’dir ki bu kısacık ve basit bir programla düzeltilecek ve oluşturulacak bir şey değildir. Bu uzun vadeli program ve planlı bir çalışma ile mümkündür. Gelirlerini birkaç kişinin harcama gücüne göre değil, tüm bir camianın katılımına göre programlayabilmelidir.
İdareci hiçbir zaman günü birlik başarıların arkasında saklanan ve en küçük bir başarısızlıkta ortalıkta görünmeyen bir kişi değildir. İdarecilik akılcılık ister, özveri ister, inanç ister ve her şeyden önce sevgi ve anlayış ister. İdarecilik kişilerin kendi
kendilerine yakıştırdığı bir lakap değil, camianın, toplumun, taraftarın kişiye verdiği bir inanç görüntüsüdür.
Tüm bu oluşum içinde ayrılıkların getirdiği ikilikler değil? ayrılıkların dahi oluşturulabileceği tolerans ve anlayış dolu, güven dolu bir ortam olmalıdır. Kendi kendine payeler biçen, her şeyi her beceriyi kendi eseriymiş gibi gören, burnu havalarda bir idareci tipi değil? Mütevazı, toplumcu, tribünden gelmiş sevgi dolu bir idareci tipi yaratabildiğimiz zaman sorun kendiliğinden çözülecektir.


