1. Haberler
  2. Gündem
  3. KISSADAN HİSSE

KISSADAN HİSSE

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

      Değerli onuncu köy okurlarımız kıssadan hisse sayfamızda bu hafta sizlerle emanet ve geçici dünya için nasibimiz dışında kalan isteklerimizin (tıpkı bedenimizin bizde kalmayacağı gibi) gerçek dünyadaki nasibimizden alacağımız nimetlerde eksilme yapacağı konusu ile birlikte emaneti ders almamız gereken üç soruluk bir anlatımı sizlerle paylaşacağız. Onun için sebepsiz hiçbir şeyin olmayacağına inanarak bu dünyada nasibimize düşeni helalinden, hayırlısından istemeli nasip olana şükür etmeli, başka birilerine verileni kıyas almamalıyız kendimize diyorum.

                                                                                                                                                                                                                                                                      MEHMET DUMAN

Dünyada Sana Verilmişti.

Salihlerden bir kimse çok fakir olup dünyalık hiç bir şeye malik olmadığı için, ailesi ona, «Bu hale nasıl sabredelim. Cenabı Hak’tan bir miktar dünyalık istesek olmaz mı?» diyerek, gece-gündüz efendisi ile münakaşa edermiş.

Nihayet o Salih zat da dua eder ve duası kabul buyurulur. Daha sonra hanımı bakar ki, evin bir köşesin de altından bir kerpiç durur onu şaşkınlık içerisinde alıp efendisine getirir, ihtiyaçlarımızı karşıla diye verir.

Efendisi o gece rüyasında, kendisini Cennette ve altından yapılı bir köşkün içerisinde görür. Lâkin altından yapılı köşkün bir kerpici eksiktir ve güzelliğinde bir kusur vardır.  O kerpicin nerede olduğunu sorunca “Dünyada sana verilmişti” derler.

Salih zat uyanınca gördüğü rüyayı ailesine anlatır. Evin hanımı dünyadaki istekleri için söylediklerine pişman olmuştur.  Efendisi ise tekrar «Ya Rabbi, bana dünya gerekmez. O kerpici geri yerine gönder.» diye dua eder. Bakarlar ki, evin köşesinden kerpiç kaybolmuştur.

Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:

“Bir kimsenin dünyada yediği lokmanın karşılığı, ahiretteki hissesinden eksilir.”

Emanet Fare

Yûsuf adında gezgin bir zât, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin İsm-i âzamı bildiğini öğrenince, Mısır’a gitti. Huzuruna varınca, önceleri iltifat görmedi. Sonra huzura kabul edildi ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bir sene hizmet etti. Bir gün ona;

– Ey üstat, sana bir sene hizmet ettim, artık hakkımı vermen gerekir. Senin İsm-i âzamı bildiğini söylediler. Onu, benden iyi emanet edeceğin bir başka kimse olmayacağını bilirsin, dedi.

Zünnûn­-i Mısri sükût etti. Ona cevap vermedi.

Altı ay sonra bir tabağa konmuş ve mendile sarılmış bir şey çıkardı.

Ona;

– Fustat’ta bulunan falan dostumuzu bilirsin değil mi?” diye sorunca;

– Evet,  dedi.

Zünnûn hazretleri ona;

– İşte bunu ona götür. Dedi.

O da sarılı tabağı aldı, giderken;

– Zünnûn-i Mısrî gibi bir zat hediye gönderiyor. Acaba nedir, ne kadar kıymetlidir? Diye düşündü. Merakını yenemeyerek tabağı açtı. İçinden bir fare fırladı ve kaçıp kayboldu. Bu duruma kızarak, Zünnûn-i Mısrî’nin yanına geldi.

Zünnûn-i Mısrî ona;

– Biz seni denedik. Sana bir fare emanet ettik, ona hıyanet ettin. Hiç sana İsm-i âzamı güvenip teslim edebilir miyim? Dedi.

 

İşte emanet işte hıyanet, emanetin küçüğü büyüğü, kıymetlisi kıymetsizi olmaz, emanet size hediye değil güvenilirliğinizin temsilidir.

 

Üç Sual Bir Cevap

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye felsefecilerden bir grup geldi. Sual sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrizi’ye havale etti.

Bunun üzerine felsefeci gurup onun yanına gitti. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescitte, talebelere kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç sual sormak istediklerini belirttiler.

Şems-i Tebrîzî; “Sorun!” buyurdu.

Felsefeci gurup soruları sorma görevini içlerinden birini başkan seçerek iletmeyi uygun gördü.

İçlerinden birini başkan seçtiler.

İlk soru şöyleydi,

“Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.”

Şems-i Tebrîzî hazretleri;

“Öbür sorunu da sor!” buyurdu.

İkinci soruya sıra geldiğinde,

“Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azap edilecek dersiniz, hiç ateş ateşe azap eder mi?” dedi gurubun başkanı.

Şems-i Tebrîzî;

“Peki, son sorunu da sor!” buyurdu.

Gurubun sözcüsü,

“Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanlar canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.

Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamanın kadısına gidip, davacı oldu.

Mahkeme de kadıya yaşadıklarını anlatan gurubun sözcüsü,

“Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi.

Şems-i Tebrîzî;

“Ben de sâdece cevap verdim.” buyurdu.

Kadı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:

“Efendim, bana Allah u Teâlâ’yı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.” Dedi.

Felsefeci şaşırarak;

“Ağrıyor ama gösteremem’ ki” dedi.

Şems-i Tebrîzî;

“İşte Allah u Teâlâ da vardır, fakat görünmez diyerek sözlerine devam etti

Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı, diyerek devam etti anlatmaya.

Yine bana;

“Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz.” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Dedikten sonra;

Bu dünya da küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan ahiret hayatında niçin hak aranmasın?” buyurdu.

Felsefeci gurubun başkanı, bu güzel cevaplar karşısında mahcup olup, söz söyleyemez hâle düştü.

 

Ve biz diyoruz ki;  Allah en büyük zenginliği akıl olarak bize, yani insanoğluna vermişken, ey biz kullar neyin peşindeyiz.

 

KISSADAN HİSSE
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir